Hayatınızdaki Esrarengiz Gerçekler

Tapınak Şövalyeleri

 

GİRİŞ

tapınak şövalyeleri, tarihte en çok araştırma yapılmış, hakkında en çok yazı yazılan ve merak edilen oluşumların başında gelir. Bu oluşumun nasıl kurulduğu sorusunun yanıtı, papa II. Urban'ın birinci haçlı seferi öncesi Avrupa halklarına yaptığı çağrıda gizlidir. Birinci Haçlı seferi sonucunda Kudüs alınmış ve burada bir Latin krallığı kurulmuştu, Tapınakçılar'ın tarih sahnesine çıkmaları bundan aşağı yukarı yirmi yıl sonrasına rastlar. Kudüs’te tapınak tepesi olarak bilinen bölge onlara verildi ve oradaki Süleyman tapınağının kalıntılarında yaptıkları arkeolojik kazılarda, muhtemelen büyük bir sır buldular, çünkü kuruluş amaçlarına uygun hareket etmedikleri bilinmektedir. (bunlar sitemiz içindeki bölümlerde açıklanmaktadır). Bu sırrın ne olduğuna yönelik çeşitli görüşler bulunmaktadır. Bunlar arasında, sırrın ‘ahit sandığı’ ile alakalı olduğu, ‘kutsal kase’ veya büyük bir hazinenin sırrın konusunu oluşturduğu, ya da eski çağlardan kalma simya ve kara büyü ritüelleri ile ilgili bir sır olabileceği gibi görüşler bulunmaktadır. Aslında bu sır her ne olursa olsun onların görülmemiş bir şekilde güçlenmelerini ve zenginleşmelerini sağladı. Kudüs’te bulundukları dönemde ve sonrasında Selahaddin’in Kudüs’ü alması sonucu Avrupa’ya döndükleri dönemde ticari hayatın atardamarlarını ellerinde tuttular. Güçleri krallarla boy ölçüşebilecek noktaya geldi. İşte bütün bunlar onları tarihin gizemli aktörleri yapmaya yetmişti.

 Fransa kralının çabaları sonucunda, tamamen tasfiye edilmek istenseler de böyle olmadığı tahmin edilmektedir. Mesela bunun en büyük kanıtı, fransız devrimi sonrasında, kral idam edildikten sonra kalabalıktan birisinin çıkıp,  22 mart 1312 de son büyük üstadlarının idamını hatırlatırcasına, ‘Jack de Molay intikamın alındı’ diye haykırmasıdır. Hala bu gizemli örgütün mirasçısı olduğunu iddia eden tarikatlar ve tapınakçıların devamı olduğu düşünülen yapılanmalar vardır.

 

TARİHÇE

Papa II.Urbanus , Clermont konsilinde din adamları ve halktan oluşan büyük bir kalabalığa hitap etmiş, doğudaki kardeşlerinin zulüm altında ezildiğinden, Müslümanların hakimiyetinde yaşamanın ne kadar zor olduğundan, kutsal sayılan yerlere saygısızlık yapıldığından bahsetmiş ve onlara 1095 yılı kasım ayında Haçlı seferleri için çağrıda bulunmuştur. I

 

 Bu olay sonucunda Kudüs’ün fethedilmesi ve orada askeri tarikatların kurulması gerçekleştiğine göre, yukarıda bahsedilen husus Tapınak Şövalyeleri tarikatının kurulmasının temeli sayılabilir.

 Bir efsane olarak anılan tapınak şövalyeleri, kimileri için varlıkları bugüne kadar devam eden bir örgüt, kimileri için ise liderleri Molay’ın 14 Mart 1314 günü yakılmasıyla son bulan bir örgüttür. Bugün varlığını devam ettiren bazı örgütlerin, köklerini tapınakçılara dayandırması bizler için önemli bir husustur. II

 Haçlı seferlerinin ilki 1096 yılında başlamış ve 1099 yılında Kudüs’ün alınmasıyla Latin krallığının kurulmasını sağlanmıştır. (Haçlı seferleri adlı bölümde ayrıntılı olarak anlatılmaktadır) Tapınakçıların  ilk ortaya çıkışı  bu olaydan yaklaşık 20 yıl sonra, 1118 yılına denk gelir. İlk büyük üstadları olan Hugunes de Payens ile birlikte 8 arkadaşı, yani 9 tapınak şövalyesi, o zamanın Kudüs kralı Baudouin’in izniyle tarikatı kurdular. III

 Tapınak şövalyeleri, o zamanlar Kudüs’te kurulmuş askeri tarikatlardan biriydi. Görünen amacı,  ‘kutsal topraklarda’ kiliseye ait politikaların devamlılığını sağlamaktı. "Tapınakçılar" veya "Tapınak Şövalyeleri" (İngilizce'de Templars ya da Knights Templar) olarak bilinen bu tarikatın tam ismi "İsa'nın ve Süleyman Tapınağı'nın Yoksul Şövalyeleri" (Pauperes Commilitones Christi Templique Salomonis) idi. Kurucuları ise, aşağıda isimlerini okuyacağınız toplam 9 şövalyeden oluşuyordu.

 1-    Hugues de Payens

2-    Godfrey de St. Omar

3-    Godfrey Rossal

4-    Gundemar

5-    Godfrey Bisol

6-    Payen de Montdidier

7-    Archibald des St. Aman

8-    Andrew de Montbard

9-    Provins Kontu

 İleride ortaçağ Avrupa’sının en güçlü, en etkili ve hakkında en çok konuşulan örgütlerinden biri olacak bu tarikatın kuruluşu Kudüs'te sessiz sedasız gerçekleşti. (Bu tarikat hakkındaki bilgilerin önemli bölümü 12. yüzyılda yaşayan tarihçi Guillaume de Tyre kanalıyla günümüze ulaşmıştır. IV

 Tapınakçılar kısa süre içinde hızla büyümeye başladı. Tarikatın gizemli havası ve mistik öğretisi pek çok Avrupalı "asil"in ilgisini çekmişti. Örgütün gelişimi, tarikatın 1128 yılındaki Troyes Konseyi'nde Papalık tarafından resmen tanınmasıyla daha da hız kazandı. IV

  Yukarıda adı geçen kurucular, dönemin Kudüs Kralı II. Baldwin’in huzuruna çıktılar ve birinci haçlı seferi’nin ardından Kudüs’e akın eden Hıristiyan hacıların mallarını ve canlarını koruma işine talip olduklarını belirttiler. Kral, Tapınakçılar’ın ilk “Büyük Üstadı” olan Hugues de Payens’i yakından tanıyordu ve kendilerine büyük destek verdi. Aynı zamanda onlara  bir zamanlar Süleyman Tapınağı’nın yer aldığı (Mescid-i Aksa’yı da kapsayan) bölgeyi tahsis etti. Büyük İslam kumandanı Selahaddin Eyyubi’nin Hıttin Savaşı’nın ardından Kudüs’ü geri almasına kadar geçen 70 yıl süresince “Tapınak Tepesi”, Tapınakçılar’ın merkezi oldu. Kendilerine “Süleyman Tapınağı” ile bağlantılı bir isim verilmesinin nedeni de işte buydu. Burayı kendilerine üs olarak belirlemeleriyse rastgele bir seçim değil, bilinçli bir tercihti. Tapınak, Hz. Süleyman’ın gücünün bir simgesiydi, Tapınak’tan geriye kalanlar ise büyük gizler barındırıyordu. IV

 Bu gizem onları araştırmaya  ve  arkeolojik kazılar yapmaya  itti. Yaptıkları çalışmalar sonucunda, onlara güç verecek büyük bir keşif yaptılar. Bu keşifte buldukları her ne idiyse, yıllar sonra bile onlar hakkında araştırmalar yapılması, internet siteleri açılması, kitaplar yazılmasını sağlayacak kadar güçlenmelerine neden oldu.

 Templiyerler bir süre sonra bölgede öylesine etkin bir güç oluşturdular ki, onlara katılmak isteyen soylular, mal varlıklarını bağışlıyordı. Ve Tapınakçılar da bir tür bankacılık faaliyeti yürütüyorlardı. O dönemde para, altın, gümüş, mücevher ve diğer değerli eşyaları bir yerden başka bir yere taşımak ya da kıtadan kıtaya transfer etmek hayli riskliydi. Templiyerler bu boşluğuda doldurdular. İşte templiyerler sarsılmaz güç ve prestijlerini bu noktada devreye soktular. Belirli bir yüzde karşılığı bu tip eşyaların koruyuculuğunu üstlendiler. V   Bankacılık sistemi ile ilgili ilkleri gerçekleştirdiler. Bu gibi faaliyetleri onları ticari hayatın merkezine yerleştirdi.Yukarıdaki alıntıda bahsedilen husus, bugünkü anlamda tam olarak çek sistemine karşılık gelmektedir.

 Seyahat etmek 12. yüzyılda oldukça tehlikeli bir eylemdi.  Yolculuklar sırasında haydutlarla karşılaşma olasılığı söz konusuydu. Ticaret için gerekli olan para ve değerli madenlerin transferi de bu yüzden tehdit altındaydı. Tapınakçılar işte bu konjoktürden faydalanarak büyük paralar kazandılar. Keşfettikleri sistem şöyle işliyordu: Londra'dan Paris'e gitmek isteyen bir tüccar, öncelikle bu örgütün Londra'daki merkezine başvuruyor, parasını yatırıyor, karşılığında da şifreli bir not alıyordu. Paris'e vardığında ise, Tapınakçılar'ın buradaki merkezine gidiyor ve belirli bir bedel ödedikten sonra parasını çekiyordu. Tüccarların yanı sıra bu sistemi en çok kullananlar Hıristiyan hacılardı. Filistin’e gitmek için yola çıkan zengin hacıların değerli eşyalarını Avrupa’da devralıp karşılığında çekler veriyorlardı. Filistin’e ulaşan yolcular orada bu çekleri paraya çevirebiliyorlardı. Çek hesabını, Floransalı bankerlerden önce onlar icad etmişlerdi. Bağışlarla, silahlı fetihlerle, parasal işlemlerden elde ettikleri yüzdelerle, adeta  çokuluslu bir şirket haline geldiler. IV

 Tapınak şövalyeleri sadece para işlerindeki başarıları ile değil daha pek çok alandaki girişimleri ile de ele alınabilir. Tarihi kaynaklara göre Tapınakçılar iyi denizcilerdi. Kutsal topraklarda kaldıkları süre boyunca Yahudi ve Arap kaynaklarından geometri ve matematik gibi bilimleri öğrenmişler, haritalar elde etmişlerdi. Bu sayede Avrupa ve Afrika sahillerini dolaşmalarının yanı sıra uzak denizlere de seyahat etme imkanı buldular. IVSelahaddin Eyyubi’nin 1187 yılında Haçlıları yenip Kudüs’ü alması sonucunda buradaki varlıkları son buldu. Kudüs’ten ayrılmak zorunda kalan Tapınakçılar kral Richard’ın sayesinde Kıbrıs adasına yerleşebildiler. Burası onlar için geçici bir üs oldu. IV

 1291'de Akka’nın düşmesi ve Filistin’deki Hıristiyan varlığının tamamen bitmesiyle, Akka’dan ayrılan tapınak şövalyelerinin bir kısmı Kıbrıs adasına yerleşti. Kıbrıs Adası Tapınakçılar için bir merkez haline geldi. Ne var ki, Kıbrıs sadece geçici bir üstü. Tapınakçıların uzun süredir Töton şövalyelerinin Avrupa’nın yukarı kısımlarında sahip olduklarının benzeri bir prenslik istediklerini herkes biliyordu. Onların istediği bu yer ise tam Avrupa’nın ortasında, muhtemelen Fransa toprakları içindeydi.

 Tapınakçıların geri kalan bölümü Fransa’daki üstadları’nın başkanlığında Avrupa’da faaliyet göstermeye devam ettiler. Sınırsız bir serbestliğe sahiptiler. Büyük Üstadları krala yakın haklara sahipti. Sınırlarının en geniş döneminde, kuzeyde Danimarka’dan, güneyde İtalya’ya kadar her bölgede toprakları vardı. Çok büyük ve savaşçı bir orduları vardı. Bu büyük askeri ve siyasi güç, kuşkusuz Avrupa’daki kralları rahatsız ediyor ve bu krallar gelecekleri açısından onları  bir tehlike olarak görmekteydiler. Dahası ekonomik olarak o kadar güçlüydüler ki; Avrupa’daki hanedanlıklar arasında Tapınakçılara borçlu olmayan yoktu. IV

  Papa II.Innocent onlara kendi kiliselerini inşaa etme hakkını vermişti, bu büyük bir güç demekti. Çünkü o dönemde kilise hırıstiyan dünyasında en büyük güçlerden biriydi, zaten konumları gereği sadece papaya karşı sorumlu olan tapınakçılar böylece büyük bir özerklik elde etmişlerdi. Kendi kilisesini inşaa etmek demek kendi mahkemelerini kurmak, kendi vergisini toplamak, yani kendi dünya görüşünü yaşamak ve yaymak demekti. IV   Geometri ve mühendislikte ileri olan tapınakçılar, kendi kiliselerini inşaa etmek için GOTİK mimari denilen yeni bir mimari tarz geliştirdiler. (Gotik mimari tarzı da sitemiz içinde ayrıntılı olarak ele alınmıştır).

   Batıya dönmek zorunda kalan tapınakçılar itibarlarından çok şey kaybettiler. Bu durum onların varlığından rahatsızlık duyan çevreler için bir fırsat haline geldi.Tapınakçılara düzenlenen komplonun arkasında Fransa kralı IV. Philippe (Yakışıklı Filip) ve papa V. Clement vardı. Başlangıçta papalık ve kral onlara haçlı politikalarının bir uzantısı olarak bakıyorlardı, ancak zamanla büyük maddi kaynakları kontrol etmeleri ve krallara borç verebilir duruma ulaşmaları ile devlet içinde devlet haline gelmişlerdi ve bu durum merkezi otariteyi rahatsız etmeye başlamıştı. Bu gibi nedenlerle Kudüs’ten yenilmiş olarak dönen tapınakçıların tasfiyesi zorunlu bir hale gelmişti. VI

   Önce bunu barışçı yoldan halletmek istediler, çünkü yenilmiş de olsalar halkın gözünde hala kahramandılar. Onları belli tarikat ve grupların içinde eritip yok etmeyi düşündüler ama tapınakçılar bu oyuna gelmeyince daha sert bir şekilde tasfiye edilmeleri zorunlu  hale geldi. Bunu papadan destek almadan gerçekleştirmek mümkün değildi. Yakışıklı Filip’in  desteği ile seçilen papa V.Clement bu iş için çok uygundu ve çok geçmeden tasfiye hareketi başladı.

 Kral bu iş için, ölüm cezasına çarptırılan, Bezier’li bir mahkumun affı karşılığında verdiği itiraflardan faydalandı. Ayrıca tapınakçıların yargılanması için, İsa’ya karşı oldukları, puta taptıkları ve eşcinsel oldukları yönündeki iddialarını kullandı. VII

 Bu iddialar;

 1-‘Baphomet’  (bu konu site içindeki “Baphomet” kısmında ayrıca ele alınmıştır)

 2-Eşcinsellik; bu iddianın nedenleri olarak ;genç ve sağlıklı erkekler olan tapınakçıların cinsellikten uzak yaşamaları, haçlılar gibi tecavüzlere bulaşmamaları ve hatta at üstünde iki tapınakçı figürüyle ifade edilen, ikili gruplar halinde hareket etmeleri gibi hususlar gösterilmiştir.

 3-Haç’ a küfretme ve tükürme

 4-İsa’yı reddediyorlardı suçlaması. VIII

 Olarak sıralanablir.

   Haklarındaki eşcinsellik iddiasına karşılık olarak başka bir kaynak şu görüşü ileri sürmüştür; ‘Templiye gibi içmek’ deyimi orta çağ İngilteresin’de çok sık kullanılan bir benzetmeydi ve şövalyelerin namus üzerine ettikleri yeminlere rağmen, içtikleri coşkunlukta fahişelerlede yatıp kalktıkları görülmektedir. IX

   Selahaddin Eyyubi’nin 1187 yılında Haçlıları yenip Kudüs’ü alması sonucunda buradaki varlıkları son buldu. Kudüs’ten ayrılmak zorunda kalan Tapınakçılar kral Richard’ın sayesinde Kıbrıs adasına yerleşebildiler. Burası onlar için geçici bir üs oldu. IV

  1291'de Akka’nın düşmesi ve Filistin’deki Hıristiyan varlığının tamamen bitmesiyle, Akka’dan ayrılan tapınak şövalyelerinin bir kısmı Kıbrıs adasına yerleşti. Kıbrıs Adası Tapınakçılar için bir merkez haline geldi. Ne var ki, Kıbrıs sadece geçici bir üstü. Tapınakçıların uzun süredir Töton şövalyelerinin Avrupa’nın yukarı kısımlarında sahip olduklarının benzeri bir prenslik istediklerini herkes biliyordu. Onların istediği bu yer ise tam Avrupa’nın ortasında, muhtemelen Fransa toprakları içindeydi.

   Tapınakçıların geri kalan bölümü Fransa’daki üstadları’nın başkanlığında Avrupa’da faaliyet göstermeye devam ettiler. Sınırsız bir serbestliğe sahiptiler. Büyük Üstadları krala yakın haklara sahipti. Sınırlarının en geniş döneminde, kuzeyde Danimarka’dan, güneyde İtalya’ya kadar her bölgede toprakları vardı. Çok büyük ve savaşçı bir orduları vardı. Bu büyük askeri ve siyasi güç, kuşkusuz Avrupa’daki kralları rahatsız ediyor ve bu krallar gelecekleri açısından onları  bir tehlike olarak görmekteydiler. Dahası ekonomik olarak o kadar güçlüydüler ki; Avrupa’daki hanedanlıklar arasında Tapınakçılara borçlu olmayan yoktu. IV

   Papa II.Innocent onlara kendi kiliselerini inşaa etme hakkını vermişti, bu büyük bir güç demekti. Çünkü o dönemde kilise hırıstiyan dünyasında en büyük güçlerden biriydi, zaten konumları gereği sadece papaya karşı sorumlu olan tapınakçılar böylece büyük bir özerklik elde etmişlerdi. Kendi kilisesini inşaa etmek demek kendi mahkemelerini kurmak, kendi vergisini toplamak, yani kendi dünya görüşünü yaşamak ve yaymak demekti. IV   Geometri ve mühendislikte ileri olan tapınakçılar, kendi kiliselerini inşaa etmek için GOTİK mimari denilen yeni bir mimari tarz geliştirdiler. (Gotik mimari tarzı da sitemiz içinde ayrıntılı olarak ele alınmıştır).

 Batıya dönmek zorunda kalan tapınakçılar itibarlarından çok şey kaybettiler. Bu durum onların varlığından rahatsızlık duyan çevreler için bir fırsat haline geldi.Tapınakçılara düzenlenen komplonun arkasında Fransa kralı IV. Philippe (Yakışıklı Filip) ve papa V. Clement vardı. Başlangıçta papalık ve kral onlara haçlı politikalarının bir uzantısı olarak bakıyorlardı, ancak zamanla büyük maddi kaynakları kontrol etmeleri ve krallara borç verebilir duruma ulaşmaları ile devlet içinde devlet haline gelmişlerdi ve bu durum merkezi otariteyi rahatsız etmeye başlamıştı. Bu gibi nedenlerle Kudüs’ten yenilmiş olarak dönen tapınakçıların tasfiyesi zorunlu bir hale gelmişti. VI

  Önce bunu barışçı yoldan halletmek istediler, çünkü yenilmiş de olsalar halkın gözünde hala kahramandılar. Onları belli tarikat ve grupların içinde eritip yok etmeyi düşündüler ama tapınakçılar bu oyuna gelmeyince daha sert bir şekilde tasfiye edilmeleri zorunlu  hale geldi. Bunu papadan destek almadan gerçekleştirmek mümkün değildi. Yakışıklı Filip’in  desteği ile seçilen papa V.Clement bu iş için çok uygundu ve çok geçmeden tasfiye hareketi başladı.

 Kral bu iş için, ölüm cezasına çarptırılan, Bezier’li bir mahkumun affı karşılığında verdiği itiraflardan faydalandı. Ayrıca tapınakçıların yargılanması için, İsa’ya karşı oldukları, puta taptıkları ve eşcinsel oldukları yönündeki iddialarını kullandı. VII

Bu iddialar;

1-‘Baphomet’  (bu konu site içindeki “Baphomet” kısmında ayrıca ele alınmıştır)

2-Eşcinsellik; bu iddianın nedenleri olarak ;genç ve sağlıklı erkekler olan tapınakçıların cinsellikten uzak yaşamaları, haçlılar gibi tecavüzlere bulaşmamaları ve hatta at üstünde iki tapınakçı figürüyle ifade edilen, ikili gruplar halinde hareket etmeleri gibi hususlar gösterilmiştir.

3-Haç’ a küfretme ve tükürme

4-İsa’yı reddediyorlardı suçlaması. VIII

Olarak sıralanablir.

Haklarındaki eşcinsellik iddiasına karşılık olarak başka bir kaynak şu görüşü ileri sürmüştür; ‘Templiye gibi içmek’ deyimi orta çağ İngilteresin’de çok sık kullanılan bir benzetmeydi ve şövalyelerin namus üzerine ettikleri yeminlere rağmen, içtikleri coşkunlukta fahişelerlede yatıp kalktıkları görülmektedir. IX

HAÇLI SEFERLERİ

Haçlı Seferlerinin Nedenleri                      

Haçlı seferleri, XI.yy'ın sonlarından, XIII. yy'ın ortalarına kadar gerçekleşen ve amacı Hıristiyanlarca kutsal sayılan toprakların, Müslümanların elinden geri alınması için, Papa'nın teşvikiyle gerçekleştirilen seferlerdir. Asırlarca devam eden Haçlı seferleri sonucu, pek çok kan dökülmüş ve milyonlarca insan can vermiştir. Bu seferler, dini, siyasi, sosyal, kültürel, iktisadi birçok gelişmelere sebep olurken Müslümanlara karşı savaşa katılmaya teşvik için, Avrupa'da bir çok Hıristiyan tarikatları kurulmuştu. Başta dini olmak üzere siyasi,sosyal ve iktisadi sebeplere dayanan bu seferler, 1095 yılında Papa II. Urbanus'un Clermont Konsili'nde yaptığı konuşma ile başlamıştır. I

Dönemin müslüman tarihçilerinin ‘Franklar’ kelimesiyle ifade ettiği Haçlılar tabiri, Osmanlılar tarafından ‘Ehl-İ Salib’, Araplar tarafından da ‘salibiyyun’ şeklinde kullanılmıştır. Bu isim, katılanların giydiği giysilerin üzerinde haç işareti olması nedeniyle verilmiştir. 1096 yılında başlayan haçlı seferleri, 1291’de Latin Hıristiyanların Doğu’daki son merkezleri olan Akka’dan çıkarılmasına kadar devam eden yaklaşık iki yüzyıllık dönemi kapsar. Bu dönem içinde 9 büyük haçlı seferi yapılmış ve bu seferler arasında bazı küçük girişimlerde olmuştur. II 

İki yüzyıl süren bu seferlerin nedenleri üç başlıkta incelenebilir:

Dini nedenlerin başında Hıristiyanlar için önem taşıyan Kudüs'ün Müslümanlar'ın elinde bulunması gelmektedir. Din adamlarının etkisi ile Hıristiyanlarda koyu bir fanatizm oluşmuştu. Katolik olan Papa, Ortodoks dünyasını ele geçirerek nüfuzunu artırmak niyetindeydi. Bunun dışında XI. yy'da Fransa'da ortaya çıkan Kluni Tarikatı Hıristiyanları Müslümanlara karşı kışkırtmaktaydı. 

Siyasi nedenler içinde en başta Avrupalılar’ın Türkler’i Anadolu, Suriye, Filistin ve Akdeniz'den uzaklaştırmak istemeleri gelmekteydi. Bizans, güçlenen Türk akınlarına karşı Papa'dan yardım istiyordu. Senyor ve şövalyelerin macera ve ganimet arayışları da buna eklenmişti. 

Tüm bu durumun içinde İslam Dünyası'nın zenginliği Avrupa'nın dikkatini çekmekteydi. Avrupalılar özellikle doğudan gelen İpek Yolu gibi büyük ticaret yollarına sahip olmak istiyorlardı. Avrupa'da toprak sahibi olamayan soylular, seferler ile ganimet elde edip, toprak kazanmak niyetindeydiler. I

Haçlı Seferlerinin nedenlerini yukarıdaki başlıkların altında bu şekilde toparladıktan sonra başka bir kaynaktan faydalanarak konuyu açacak olursak;

Haçlı hareketinin çıkış sebebi, batılılara göre dini unsurlardır, fakat aslında orta çağ batı toplumunu bu seferlere zorlayan siyasi, sosyal ve ekonomik sebeplerdir. İleri sürdükleri dini motif ise sadece itici bir güçtür. Haçlı düşüncesinin ortaya çıktığı dönemde Avrupada açlık, yoksulluk, toprak azlığı gibi sıkıntıların neden olduğu kargaşa yanında, ücretli askerlik anlayışı ve kolonizatör bir taşma hareketi de başlamıştı. Avrupa toplumunda çok büyük bir gücü bulunan kilise bu gücünü Doğu’ya da hakim kılmak niyetindeydi. Seferlere katılanlara günahlarının affı ve uhrevi mükafat vaat eden kilise, ‘kutsal toprakları kurtarma’ sloganı ile aslında gerçek niyetini kamufle ediyordu. Hz. Ömer tarafından 638 yılında fethedilmesinden beri Kudüs Müslümanların elindeydi ve Batı Hıristiyanları buna en küçük bir tepki göstermemiş, Bizans ise durumu kabullenmişti. Ancak XI.yüzyıl sonuna doğru Batı toplumundaki elverişli durum Avrupalılar’a Müslümanlar’ın gücünü kırabileceği ve Anadolu’ya yerleşmekte olan Türkler’i söküp atabileceği inancını vermişti. Gerçekten de 1096 yılında başlayan Haçlı seferleri daha Kudüs’e ulaşmadan ve bu belli bile değilken Avrupa’lıların önce Urfa sonra Antakya’da Haçlı devletlerini kurmaları onların bu inancını çok net  gösteriyor.  

 XI.yüzyıl Avrupasında bu hedefi gerçekleştirecek bir fırsat oraya çıktı. 1074 yılında Hıristiyanlığın doğu sınırını korumakla görevli Bizans’ın hükümdarı VII. Mikhail imparatorluğunun düştüğü zaaftan kurtulmak için papalık aracılığı ile Avrupa’dan askeri yardım istiyordu. Papa VII.Gregorius bu isteği olumlu karşıladı ancak yardımı gerçekleştiremedi. Bundan on beş yıl sonra papa olan II. Urbanus ile Bizans imparatoru I. Aleksios arasında bu konu yeniden ele alındı. Bu sırada Anadolu’da Türk beylikleri arasındaki anlaşmazlıklar yüzünden iktidar bölünmüştü. 1092 yılında Melikşah’ın vefatının ardından Büyük selçuklu devletinde otarite boşluğu baş göstermişti. 

Papa II. Urbanus yapılacak seferlerde çok geniş kitleleri Doğu’ya göndermek istiyordu. Bunun için yoksulluk ve sefalet içindeki halka Doğu’daki zenginliklerden söz etmek, para ve toprak vaadiyle kandırmak bir ölçüde belki mümkündü ama tek başına yeterli olamazdı. Haçlı seferleri, kutsal değerler, İsa aşkı, fedakarlık ve din kardeşlerine sevgi temaları üzerine oturtulmalıydı.

Papa II.Urbanus, Clermont konsilinde din adamları ve halktan oluşan büyük bir kalabalığa hitap etmiş, Doğuda ki kardeşlerinin zulüm altında ezildiğinden, Müslümanların hakimiyetinde yaşamanın ne kadar zor olduğundan, Kutsal sayılan yerlere saygısızlık yapıldığından bahsetmiş ve onlara 1095 yılı kasım ayında Haçlı seferleri için çağrıda bulunmuştur. Aslında söylediklerinde hiçbir gerçeklik payı yoktur. Doğu’da yaşayan Hıristiyanlara Müslümanlar tarafından büyük bir hoş görü ile davranıldığı, VII. yüzyılda Müslümanlar tarafından Kudüs’ün fethedilmesinden beri buraya yapılan hac ziyaretlerinde hiçbir sorun yaşanmadığı Batı dünyasında zaten biliniyordu. Bütün bu iddialar yapılacak olan Haçlı seferlerinin ancak bahanesi olabilirdi. 

Haçlı seferleri çağrısının geniş kitleler üzerinde bu kadar etkili olmasının nedenini anlamak için bir yüzyıl geriye gidilmelidir. X. yüzyılda Karolenjiyen devletinin merkezi gücü parçalanmış, otarite her eyalette ileri gelenlerin eline geçmişti. Savaş için geliştirilmiş toplum anlamsız kalmış ve saldırganlık içe dönerek terör eylemleri başlamıştı. Şövalyelerin başlattığı bu şiddet XI. yüzyılda da artarak devam etmişti. Kilise bu şiddete karşı önce barışçı bir tepki göstermiş, ancak bu etkili olmamıştı. Aynı dönemde Cluny merkezinin başlattığı reform hareketi de gelişiyordu. Cluny fikirleri ile bağlantılı olan Papa II.urbanus bu fikirleri laik dünyaya da aşılamak istiyordu. Reform hareketinin toplumda başlattığı Kudüs sevgisi tutkuya dönüşmekteydi.

Ayrıca Haçlı seferlerinin ana fikri olan öc alma duygusu, şövalyelerin hayat felsefesi ve toplumun genel yapısı ile uyumluydu. 

Batıda arka arkaya gelen felaketler, salgınlar, kuraklıklar sonucu perişan durumda olan insanlardan oluşan Haçlılar bu seferlere Doğuda yaşayan kardeşlerine yardım amacıyla çıkmadıklarını daha başında yaptıkları davranışları ile  hemen belli ettiler. Batılıların amacı aslında kendi mezheplerine dahil olmadıkları için nefret ettikleri Doğulu Hıristiyanları kurtarmaktan çok Doğuda kendi hakimiyetlerini kurmaktı. II

I. Haçlı Seferi ve Kudüs Krallığının Kuruluşu                        

Papa II.Urbanus’un 27 kasım 1095’te yaptığı çağrı ile Haçlı seferleri fiili olarak başlamış oldu. Sefere katılacak olanların Haçlı yemini etmeleri ve üzerlerinde haç işareti taşımaları öngörüldü. Avrupa’dan küçük destek grupları bekleyen Bizans, Şövalyeler ile birlikte, her milletten o güne kadar eşine rastlanmamış büyüklükte bir ordunun geleceği  haberi ile endişeye kapıldı. Sadece yardım amaçlı gelseler bile, bu kadar kalabalık bir ordunun Bizans topraklarından geçmesi sorunlara neden olacaktı. II

1096 yılında ilk haçlı seferi düzenlendi. Papa II. Urban ve Piyer Lermit, Avrupa'da büyük bir ordu hazırlamıştı. I. Kılıçarslan döneminde gönderilen gruplar düzensiz olduğundan yok edilmişlerdi. I

Piyer Lermit’in bu girişimi aşağıda daha ayrıntılı olarak ele alınıyor.

Haçlı seferini duyurmak için harekete geçen vaizlerden biri olan keşiş Pierre l’Ermite’in ateşli konuşmaları halk üzerinde büyük tesir uyandırdı. Etrafında çoğunluğu Fransızlardan oluşan büyük bir güç topladı. 1096 mayıs ayında yürüyüşe geçen bu ilk ordu Ağustos 1096’da İstanbul’a ulaştı. Pierre’in yeterli vasıflara sahip olmadığını anlayan Bizans imparatoru düzenli ordu gelinceye kadar onları İstanbul civarında tutmaya karar verdi. Ancak bu çapulcu takımını kontrol altında tutmak mümkün olmadığı için onları Yalova yakınındaki Kibatos’a yerleştirdi. Burada durmayan çapulcular etrafı yakıp yıkmaya girişti. Fakat Haçlıların bu ilk girişimleri Türkler tarafından engellenerek başarısızlıkla sonuçlandı. II

 Birinci Haçlı seferi ;  

Pierre’in girişiminden sonra asillerin kumandasında yola çıkan büyük ordular, 1096 sonbaharından itibaren birbiri ardına İstanbul’a gelmeye başladı. Haçlı reislerinin gelmesi ile gerçek amaçlarının Doğu’da devletler kurmak olduğunu anlayan Bizans imparatoru onlardan “vassallik yemini” etmelerini istedi. Bu yemin ile imparatorluk sınırları dışında kuracakları Haçlı devletlerinde imparatoru gerçek otorite olarak tanıyacaklardı. II

Haçlı ordusu ilk olarak Anadolu Selçuklu Devleti'nin merkezi İznik'i kuşattı. Ardından Antakya'yı ele geçiren Haçlı ordusu I. Kılıçarslan'ı mağlup etti. I

Daha önce Pierre I’Ermite’in ordusuna karşı başarı kazanmış olan I.Kılıcarslan, Haçlılar’ın gücü hakkında yanılmıştı. İznik’i kurtarmak için süratle buraya geldiyse de başarılı olamadı. Yardım alma ümidi kalmayan İznik garnizonu da şehri 19 Haziran 1097’de Bizans İmparatoruna teslim etti. Şehri ele geçirip yağmalayan Haçlılar, bir hafta sonra Eskişehir yakınındaki Dorylaion yönünde ilerlemeye başladılar. I.Kılıcarslan Dorylaion yönünde onları kıstırdıysa da onları mağlup edemeyeceğini ,hatta yürüyüşlerine bile engel olamayacağını anlayarak, yolları üzerindeki bölgeleri boşaltıp, tarlaları yakarak onları zor durumda bırakmaya çalıştı. Haçlılar, Dorylaion‘dan Akşehir, Konya, Ereğli yolunu takip ederek Antakya önlerine vardılar. Ayrıca Haçlı ordusundan ayrılan bir grup Urfa’da ilk Haçlı devletini kurdu. Antakya sağlam surlarla çevriliydi. Takviye edilmiş olan Haçlı orduları aylar süren kuşatmadan sonuç alamadılar. Büyük Selçuklu hükümdarı Berkyaruk, Musul valisi Kürboğa idaresinde mahalli kuvvetleri Antakya’ya yardıma gönderdi. Kürboğa’nın gelişi Haçlı ordusunda bir paniğe neden olduysa da sonuç Antakya’nın ele geçirilmesi ve Haçlılar için nihai bir başarı oldu. II

1099 yılında Kudüs'ü Fatimiler'den almayı başardılar. I 

Kudüs’ün Haçlılar tarafından alınması, ilgilendiğimiz konu açısından Haçlı seferlerinin en önemli sonucu olarak görülebilir. Bunun nedeni, Tapınakçılar tarikatının ortaya çıkmasını sağlamasıdır.

7 Haziran 1099’da Kudüs önlerine gelen Haçlılar şehri kuşattı. Büyük Selçuklular’ın düşmanı olan Fatımiler Kudüs’e hakimdi bu yüzden son büyük saldırı Mısır Fatımilerine karşı oldu. 8 temmuz günü oruç tutma emri verildi, bütün ordu başlarında din adamları ile şehrin etrafında dolaşıp Sion dağına çıktılar. 13-14  Temmuzda taarruz edildi ve 15 Temmuz günü şehre girildi. Kudüs’e giren Haçlılar, eşi görülmemiş bir vahşet sergiledi. Müslümanlar kılıçtan geçirildi, Mescid-i Aksa’ya sığınanlar öldürüldü. Museviler, Müslümanlara yardım etikleri gerekçesiyle sığındıkları yerlerde yakıldı. Haçlı ordusunda bulunan tarihçiler bile yaşadıkları dehşeti ifade etmişlerdir. Mesela tarihçi Raimundus Aguilers, zaptın ertesi sabahı Harem-i Şerife giderken her tarafı kaplayan cesetlerin arasından ve dizlerine kadar olan kan birikintilerinin arasından geçmek zorunda kaldığını söyler.

Kudüs’ün ele geçirilmesinden sonra Haçlılar’ın gerçek isteğini ortaya koyacak şekilde feodal bir krallık kuruldu. Godefroi de Bouillon ‘’kutsal mezar savunucusu’’ ünvanıyla idarenin başına geçti. II

Bu ilk sefer sonunda İznik ve Batı Anadolu, Bizans'ın; Antakya, Urfa, Trablus, Şam, Sur, Yafa, Nablus gibi kentler ve Kudüs haçlıların eline geçmiş oldu. Anadolu Selçuklu Devleti İznik'i kaybedince başkenti Konya'ya taşımak zorunda kaldılar. I 

Doğuda kurulan Haçlı devletlerinden özellikle konumuzla alakalı olan Kudüs Krallığı hakkında ayrıntıya girecek olursak;

I.Baudouin Venedik ve Cenova filoları sayesinde Filistin kıyı şehirlerini zapt ederek Kudüs  Krallığı’nın sınırlarını genişletti. Yine I.Baudouin, güneye yaptığı sefer sonunda Eyle’ye (Akabe) kadar ilerledi. Ölümünden sonra tahta geçen II.Baudouin zamanında (1118-1131) Sur da (Tyros) zapt edildi. Bu dönemde Templier şövalye tarikatı kuruldu. Hospitaller de bir şövalye tarikatına dönüştürüldü. Bu dini-askeri kurumlar ülkenin stratejik noktalarında krallık ordularına hizmet etmeye başladılar. Yapılan bu ilk Haçlı seferinden sonra, ara bir girişim olarak, 1101 yılı haçlı seferleri yapıldı. Fakat bunun sonunda İstanbul’dan Suriye’ye inen yol, gerek Bizans için, gerekse Haçlı orduları için artık kapanmıştı. Haçlılar bundan sonra deniz yolunu kullanmak zorunda kalacaklardı. II

Diğer Haçlı Seferleri ve Şövalye Tarikatlarının Akıbeti                    

Urfa’nın Türkler tarafından fethedildiği haberi Avrupa’da şok etkisi yaptı. Daha önceki seferlerde vaadedilenler tekrarlandı ve 31 Mart 1146’da ikinci haçlı seferi sevinç içinde kabul edildi. Fakat bu sefer büyük bir hayal kırıklığı ile sonuçlandı. II

Bu konu diğer bir kaynakta şu şekilde ele alınıyor;

Musul Atabeg'i İmadeddin Zengi’nin 1144'de Urfa'yı Haçlıların elinden almasından dolayı II. Haçlı Seferi düzenlendi. Urfa'dan sonra Halep ve Şam'ın kaybedilmesi üzerine Kudüs Krallığı, Papa'dan yardım talebinde bulundu. Papa ile Alman İmparatoru III. Konrad ve Fransa Kralı VII. Luis kurdukları düzenli ordu ile Anadolu üzerine yürüdüler. I. Mesut tarafından bozguna uğratılmaları üzerine Şam'a saldırılsa da başarılı olamadılar. 1147 yılında başlayan II. Haçlı Seferi 1149 yılında son buldu. I

İkinci haçlı seferinden sonra ;  1162 yılında kral III. Baudouin ölünce yerine kardeşi Amaury geçti. Amaury bütün dikkatini Mısır üzerinde topladı. Çünkü Nureddin Zengi Suriye’de Müslüman gücünü elinde toplamıştı ama Mısır’ı almadıkça Kudüs için tehdit olamazdı. Amaury zayıflayan Fatımilere bir baskın yaptı (1163). Bunu öğrenen Nureddin, Şirkuh el-mansur’un idaresinde Mısır’a birlik yolladı. Şirkuh’un yanında yeğeni Selahaddin Eyyubi’de vardı. 8 Ocak 1169’da Kahire’ye giren Şirkuh bütün Mısır’a hakim oldu ve birkaç hafta içinde öldü, yerine Selahaddin geçti. 1171’ de Selahaddin, Nureddin’in emriyle hutbede Fatımi hilafetinin son bulduğunu okudu böylece Müslümanlar Haçlılara karşı birleşmiş oldular.

Eski Antakya prinkepsi olup esir düşen ve sonra Filistin’e gelebilen Renaud de Chatillon Müslümanlar’dan nefret ediyordu ve sürekli olarak Müslümanları taciz eden girişimleri olmuştu. Son olarak yaptığı ve selahaddin’in kral Raimond ile yapmış olduğu anlaşma şartlarını yok sayan hareketi bardağı taşıran son damla oldu. Bu durumda savaş kaçınılmazdı. II

Selahaddin Eyyubî, Şiî-Fatımi Devleti'ni ortadan kaldırıp, Eyyubî Devleti'ni kurduktan sonra, Haçlılara karşı harekete geçti. 1097 senesinden beri Haçlıların elinde bulunan Kudüs'ü, 1187 senesinde, Hattin Zaferi'nden sonra ele geçirdi. Suriye'nin büyük bir bölümü Haçlı istilasından kurtarıldı. Ancak kazanılan bu zafer Avrupa'da endişeye sebep oldu. Alman İmparatoru Frederik Barbaros, Fransa Kralı Filip Ogüst ve İngiltere Kralı Arslan Yürekli Rişar komutası altındaki yeni Haçlı orduları harekete geçtiler. Deniz yoluyla gelen Haçlı ordusunun Anadolu'ya da girmesi sebebiyle, II. Kılıçarslan Haçlıların üzerlerine yürüdü. III. Haçlı Seferi olarak adlandırılan bu seferde Fransa ve İngiltere krallarının ağır kayıplar vermesiyle 1192 yılında son buldu. 

Papa III. Innocentius'un çağrısı üzerine Bonifacio'nun tertip ettiği ve 1204 yılında gerçekleştirilen IV. Haçlı Seferi'ne Almanya İmparatoru VI.Heinrich katıldı. Filistin'deki Yafa ve sahildeki bazı kaleler Eyyübilerin eline geçince Haçlılar deniz yoluyla İstanbul'a gelip Bizans'taki taht kavgalarından yaralanarak şehri yağmaladılar. İstanbul'da bir Latin İmparatorluğu kurmak isteyen Papa, Bizans soylularını şehirden kovdu. Soylular daha sonra Trabzon ve İznik Rum İmparatorlukları'nı kurdular. Bu sefer sonunda Venedik ve Ceneviz Devletleri, Yakındoğu’da büyük nüfuz ve toprak parçaları elde edip zenginleştiler. Dördüncü Haçlı Seferinden, Müslümanlardan ziyade, Ortodoks Hıristiyanlar zarar gördü. 

V. Haçlı Seferi, 1217 yılında Papa III. Honorius'un çağrısı üzerine Macar Kralı II. Andreas'ın deniz yoluyla Akka'ya gelmesiyle başladı. Kahire'ye yönelmek isteseler de Müslümanların saldırılarına dayanamayarak 1221'de geri çekildiler. 

1228 yılında VI. Haçlı Seferi Papa IX. Gregorius'un teşvikiyle Alman imparatoru III. Frederich tarafından düzenlendi. Kudüs'e kadar gelen imparator, Eyyübi Sultanı Melik Kamil'in zor bir dönemde olmasından faydalanarak anlaşma ile şehiri teslim aldı. Ancak daha sonra Türk Ordusu Şehri Haçlılardan geri alıp tekrar Eyyübilere teslim ettiler.  

1248 yılında Kudüs'ün Müslümanların elinde olması nedeniyle Fransa Kralı Lui tarafından VII. Haçlı Seferi düzenlendi. 1250'de Mansure Meydan Muharebesi'de Memlükler tarafından Fransa kralı mağlup edilip esir alındı. 

VIII. Haçlı Seferi 1268 yılında Antakya'nın Müslümanlarca fethedilmesinden sonra gerçekleştirildi. Bu sefer hedef Kudüs değil Akdeniz kıyılarıydı. Memlüklerin elinden kurtulan Fransız Kralı bu seferde salgın hastalıktan dolayı yaşamını yitirdi. Sefer 1270 yılında başarısızlıkla sonuçlandı. I

Doğu’da Haçlı hakimiyetinin sonunu getiren olay ise el-Melikü’l Eşref’in 6 Mart 1291’de Kahire’den hareket ederek mancınık ve kuşatma aletleri ile donattığı ordusuna Dımaşk ve Hama birliklerin katılmasıyla Akka önüne ulaşması ile olmuştur. Müslümanlar 6 Nisan’da şehri kuşatmış ve aralarındaki anlaşmazlıkları kenara bırakan Akkalı baronlar, Templierler, Hospitaller, Alman tarikat şövalyeleri ve şehir halkı savunmaya katılmış, bir buçuk ay süren çatışmalardan sonra Akka fethedilmiştir. Bundan sonra da Templier şövalyelerine ait iki büyük kale Antartus ve Aslit zapt edilmiştir.

Haçlıların Filistin’deki hakimiyetlerinin son bulup Akka’nın fethedilmesi Batıda büyük üzüntüye neden olmuş fakat 1187’de Kudüs’ün kaybındaki gibi derinden etkilememişti. Doğu’ya yapılacak seferlere yönelik bir çok proje üretildi, fakat bunların hiç biri uygulanamadı. Bunlardan biri de Templier tarikatının bilinen son büyük üstadı De Molay’ın 1307’de papaya sunduğu raporda, önce Akdeniz’de hakimiyetin sağlanıp, ardından Batı krallarının Kıbrıs’ta toplanıp, Suriye’de yeniden karaya çıkmaları tavsiyesi idi. Kutsal toprakları korumak maksadıyla kurulan Şövalye tarikatları da Doğu’yu bir yana bırakmışlardı. Alman şövalye tarikatı Akka’nın fethinden sonra faaliyetlerine Baltık bölgesinde devam ediyordu. Hospitaller önce Kıbrıs’ta sonra da Rodos adasında karargah kurmuşlardı. Templier tarikatına gelince, bunlar önce Kral IV. Filip’in zulmüne uğramış, sonra da 1312’de papa V. Clementius’un  emriyle resmi anlamda son bulmuşlardır. II

Simya ve Kabala

Simya, ansiklopedik anlam olarak, ucuz madenleri altına çevirmek için eski çağlarda yapılan çalışmalar olarak tanımlanır. Bilimsel bir yönü bulunmayan bu araştırmalar altın yapılmasıyla sonuçlanmadıysa da kimya bilimine yararlı bazı buluşlara yol açmıştır.

Simyanın ortaya çıkışı XII. yüzyıla denk gelmektedir. Simya ile ilgilenen ilk toplumlardan biri de Eski Mısır medeniyetidir ki bu bize mistik bir akım olan Kabala ile ilişkisinde ipucu veriyor.

Kabala, sözlük anlamı itibariyle, Yahudiler’de Tevrat’ın gizli anlamını araştırma işi, bir ikinci anlamda da, ruhlar ve cinlerle ilişki kurma işi olarak tanımlanabilir. 

 Kabala’nın da en çok yaygınlaştığı dönem yine XII. yüzyıla denk gelmektedir. Bu tarihlerin, kabala ve simyayı, yine XII. yüzyılda tarih sahnesine çıkan, Tapınak Şövalyeleri ile ilişkilendirmek için önemli olduğunu düşünüyorum. Zaten ‘tarihçe’ isimli bölümde bahsi geçtiği gibi, Tapınak Şövalyelerine Kudüs’te Süleyman Tapınağı’nın olduğu bölge tahsis edilmişti. Oradaki araştırmaları sonucunda bir ‘gizem’le karşılaştıkları tahmin ediliyor. İşte bu gizem belki de Kabala ile ilgiliydi.

 Kabala, binlerce yıldır hemen her türlü büyü ritüelinin temel taşlarından birini oluşturmuştur. Kabala ile uğraşan hahamların büyü gücüne sahip olduğuna inanılmıştır. Yahudi olmayan pek çok insan da Kabala'nın gizeminden etkilenmiş, bu öğretiyi kullanarak büyü ile uğraşmıştır. Ortaçağ'ın sonlarında Avrupa'yı saran, özellikle simyacılar tarafından benimsenen batıni çalışmaların kökeninde de Kabala'nın büyük rolü vardır. I

 Başka bir kaynakta Kabala ile ilgili çok ilginç bir noktaya değiniliyor. Buna göre;  Kabala’nın gizeminin ardında daha farklı gerçekler vardır. Bu görüştekilerin ileri sürdükleri iddia, Kabala’nın, Yahudiliğin temeli olan Tevrat’tan da önce var olan, Tevrat’ın Musa’ya gönderilmesinden sonra Yahudiliğin içinde yayılan, ‘pagan’ kökenli bir öğreti olduğudur. II 

 Tapınak Şövalyelerinin Simya ve karabüyü ile ilişkilendirilmesinin nedeni yukarıda bahsedilenler olabilir. Tasfiye edilmeleri sürecinde de bunlar suçlamalar olarak karşılarına çıkmıştır.

GOTİK AKIM

                 Gotik, batı medeniyetinde bir sanat akımı ve bununla örtüşen bir üslup olarak tanımlanabilir.

Katolik Avrupa’da doğmuş ve özellikle XIII. – XV. Yüzyıllar arasında etkili olmuştur. Tam anlamıyla dini amaçlıdır. ‘’Gotlar’a ait demek olan Gotik kelimesinin ortaya çıkması bu üslubun terk edilmesinden sonradır. Bu isim Gotlar’ın kaba kişiliğiyle akımın estetikten uzak bulunmasının yakıştırılması yüzündendir.  İlk defa Fransa’da görülmüş ve XII. yüzyıl içinde başlamıştır, XV. yüzyıla kadar etkisini göstermiştir. En güçlü hakimiyetini yine Fransa’da kurmuştur. Almanya’da XVI. yüzyıl başlarına kadar devam etmiştir. Ortaya çıkışı Hıristiyan dünyasının büyük ümitlerle başladığı Haçlı seferlerinin bozgunla sonuçlandığı,  Avrupa’da önemli siyasi değişikliklerin meydana geldiği yıllara rastlar. I

Gotik mimari tarz, Tapınak şövalyelerinin gücünü ve yaşam tarzını anlamak için belirleyici konulardan biridir ve onlara ciddi ayrıcalıklar kazandırmıştır. Bu ayrıcalığın ne anlama geldiğini anlamak için ‘Tarihçe’ isimli bölümde ‘gotik mimarinin’ geçtiği paragrafa bakmanızı öneririm. 

Gotik sanatını en önemli kolu mimaridir. Gotik mimarinin esasını teşkil eden bina tipi dev ölçülerde inşa edilen katedrallerdir. Gotik mimari anlayışı, Paris yakınlarında bulunan Saint Denis manastır kilisesinin yeniden yapılması sırasında doğduğu kabul edilir (1122-1151). I

İngiltere'de Canterbury Katedrali, Fransa'da Notre Dame Katedrali, İtalya'da San Francesca Bazilikası, Almanyada Elizabeth Katedrali, İspanya’da Burgos Katedrali, bu tarza örnek olarak gösterilebilir.

 Fransa’da krallar tarafından desteklenen Gotik üslup 1250-1350 arasında en güçlü dönemini yaşayarak  İtalya’ya girmiş ve bütün Katolik Avrupa üzerinde tesirini hissettirmeye başlamıştır. 1380-1425 yılları arasında  ‘ milletler arası gotik’’ adıyla tanımlanan üslubun bu dönemde özellikle resim alanında kendini gösterdiği görülmektedir. I

Gotik üslubun taşıdığı özellikler arasında en önemlisi, dini ve uhrevi manalardan beslenen göğe doğru uzanmış eserler ortaya koyma gayretidir. Gotik mimari bu özelliği sebebiyle yeni teknikler geliştirme ihtiyacı doğurmuştur. Gotik mimariye has yeni elemanların başlıca olanları sivri kemerler, kaburga kemerleriyle takviye edilmiş örtüler, uzun kemer sıralarıyla taşınan mekanları çevreleyen duvarları hafifletmek için açılan geniş pencereler ve bu pencerelerin içerideki insanlar üzerinde bıraktığı mistik etkiyi yoğunlaştırmak için kullanılan vitraylardır. Bundan başka ‘’uçan payanda’’ adıyla bilinen taşıyıcı sistemle iç mekana girişi sağlayan kapı teşkilatları dikkat çeker. Ana cephede yer alan kabartma ve heykeller özellikle dışarıdan bakan insanlar üzerinde etkisini artırmak amacını taşır. I

BAPHOMET

Baphomet simgesinin tapınakçılarla bağdaştırılması Fransa kralı Yakışıklı Filip’in onları tutuklattıktan sonra haklarındaki iddiaları ve kendilerinin işkence altındayken ya da kendi iradeleriyle yaptıkları itiraflara dayanmaktadır.

İddianame sahiplerine göre Templiyerler, ’BAPHOMET’ adını verdikleri sakallı bir adam putuna tapıyorlardı. Gizli inisiyasyon törenleri esnasında put sunağa konuluyordu. Bazı Temliyerler’in itiraflarına göre bu kafa, uzun saçlı ve sakallıydı. Bir çok kişi için put, şeytanın bir simgesiydi. Ancak Baphomet’in menşei ve özellikleri hakkında tek ve somut bir iddia yoktur.  Kimi iddialara göre Baphomet, eski karanlık gnostik ayinlerden devşirilmiş ‘fallus’ ibadeti kültüne dayanan bir simgeydi. O zamanki ifadelerden yola çıkan bir başka iddiaya göre ise Baphomet, gri, siyah veya kırmızı renkli bir kediydi. Hatta kedinin kuyruk altının öpüldüğü iddiası da tutanaklarda yer almıştı. Daha da ileri bir iddia olarak kedi putunun yakılmış çocukların yağlarından yapıldığı, şövalye cesedi küllerinin yemeklere serpidiği de söylenmiştir.

Baphomet ile ilgili başka bazı iddialar da vardır. Bunlar;

Vaftizci Yahya’nın kafatası olduğu,

Nicodemus’un yaptığı, HZ. İsa’nın çarmıhta acı çekişini gösteren bir heykele ait yüz olduğu,

Temliyerler’in Mandylion kefeninden kopyalamak suretiyle bir İsa yüzü yaptıkları ve o putun bu kefenden kopyalanan yüz olduğudur.

Diğer bir yaklaşım ise bunun bir cin yüzü olduğu şeklindedir.  Bu cin, Süleyman mabedi yapımı sırasında Süleyman’a yardım ettiği söylenen koruyucu Asmodeus adlı cindi.

Bu konuda ortaya atılan diğer bir yaklaşım ise put yüzünün, tapınağın ilk kurucu önderi Hugues de Payens’e ait olduğu şeklindeydi. I

Çok fazla bilinen bir konu olmamasına rağmen, Eliphas Levi, şeytanın sembolü olarak Baphomet'i ters çevrilmiş pentagramın içinde simgeleyen ilk kişiydi.

Eliphas Levi 1810 yılında Fransa'da doğdu. Okula gittiği yıllarda rahiplik eğitimi almaya karar verdi. Fakat daha sonraları okülist olabilmek amacıyla rahiplik mesleğini bıraktı. Ortaya attığı ve Kilise tarafından günahkarlıkla suçlandığı konulardan bir tanesi de Katolik Kilisesi'ne karşı doktrinler vaazıydı. Hayatı boyunca gizemli konularla ve Kabala ile ilgilendi. Büyü ve Kabala üzerine birçok kitabı olmasına rağmen, Levi'nin en çok bilinen çalışması Tapınak şövalyelerinin taptığı şeytan Baphomet'tir.

Eliphas Levi’nin yaptığı çizimlere bakarak Baphomet, keçi kafalı, insan vücutlu, üst vücudu kadın ama genel olarak erkeksi, boynuzları olan, kanatlı, kafasından ışık çıkan bir şekilde tasvir edilebilir. Çizimde her ayrıntının bir anlamı olduğu iddia edilir. Bunlar;  alt ve üst köşelerdeki siyah ve beyaz hilal, kanatlar, vücudunun erkeksi ya da kadınsı olması, vücudundaki pullar ve bacak arasında bulunan çubuk olarak sıralanabilir.

Eliphas Levi dışında bu konu ile ilgilenen diğer bir kişi de Aleister Crowley’dir. Crowley, şeytanla anlaşma yaptığını ve bu anlaşma sayesinde bir takım gizli güçleri emri altına aldığını iddia etmekteydi. (Derin Dünya Devleti, S.236 - Timaş yayınları, İstanbul 2003)

 

 

 

Sitede ara

Copyright © 2011 Tüm hakları saklıdır.